Alman yönetmen Wim Wenders’ın 11 Eylül 2015 tarihinde ülkemizde gösterime girecek olan filmi ‘Herşey Güzel Olacak’ (Everything Will Be Fine), görselliği kullanımı ve konusunun trajikliğiyle başarılı bir yapıt. Son zamanlarda özellikle belgesel yönetmenliğiyle ön plana çıkan yönetmen, kurgulama ve hikaye anlatımında da göz doldurabildiğini bu filmiyle göstermiş. James Franco ve Charlotte Gainsbourg gibi başarılı oyuncularla filmin verdiği hissin gerçekçiliği daha da artmış. Özellikle Lars Von Trier filmlerinden tanıdığımız Charlotte Gainsbourg’un filme girmesiyle ister istemez bir gerginlik olacağını beklediğimiz sahnelerde (Antichrist ve Nymphomaniac’daki gibi) gerçekçilik ve duygusal yatırım daha da artıyor. Tüm bunlar ve artı birçok yönüyle Berlin Film Festivali’nde Onursal Altın Ayı ile ödüllendirilen film, izlenmesi gereken yapıtlardan…
Film, Tomas Eldan isimli başkahramanımızın küçük ama kendine ait bir oda-ev’de uyanmasıyla başlar. Aslında, yönetmen burada Tomas hakkında ilk ve en önemli ipucunu verir seyirciye, ıssız, karlarla kaplı, soğuk Dünya’da küçük ama kendine ait bir yer bulma çabası içinde olacaktır bu adam. Dışarıdan işlevsiz ve soğuktur ama içerideki sıcaklığı kimsenin görmesine de izin vermez. Sonraki sahnede, Tomas’ın hayatındaki anne-kadınlardan ilkinin (Sara) sesini duyarız. ‘Herşey güzel olacak, sana inanıyorum’ der Sara ama Tomas bir ergen misali bu sakinleştirme tavrını geçiştirme olarak algılar, kızar, yapamayacağını artık birlikte olamayacaklarını söyler. İlerleyen sahnelerde, Tomas’ın bir yazar olduğunu, yazmak için o odada kaldığını, zihinsel süreçleri için pratik engellere takıldığını fark ederiz. Annesini istemeyen ama bir o kadar da ona ihtiyacı olan bir çocuk gibi, Sara ile yaşadıkları eve doğru giderken Tomas bir kaza yapar ve kaza sonucunda iki kardeş olan çocuklardan (Nicholas ve Christopher) küçük olanı ölür. Belki de hiçbir şeyin altına (!) yüzleşecekleri yüzünden bakamayan Tomas, Christopher’ı arabanın önünde sağ görünce arabanın altına bakmak zorunda hissetmez kendini. Oysa ki, arabanın altında bir ölü vardır, belki de çoğu hissinin altında ölmüş olan annesi olduğu gibi… Çocukların annesi olan Kate girer sahneye böylece. Suçlayıcı bir tavırda olmadığını filmin devamında çok net anladığımız Kate, kendini sağaltmanın yollarını zor da olsa bulmuştur, filmdeki ikinci işlevsel anne-kadındır. Ama sanki Tomas tüm bunların arasında suçlanacak bir ortam yaratmaya çalışır kendine farkında olmadan. Bir Ölüme sebep olmuştur ve hala suçlanmıyordur. Bunun üzerine yoğun bir duygusal bunalımın (kendi kendine yaşadığı) ardından intihara teşebbüs eder. Ama yine olmaz, yine cezalandırılmaz, ölmez. Kastre edilmiş (kesilmiş) benlik ve yaratıcılık, iki temada çok net görülür; Tomas’ın çocuğu olmuyordur ve bir türlü romanını tamamlayamaz. Yıllar sonra, romanını tamamlayıp Ann ve kızı ile bir aile kurmasıyla benliğini bir ölçüde toparlasa da geçmişinden gelen Christopher onun peşini bırakmayacaktır. Çocukluktan kalma ve korkunun sembolü olan yatağa işemeyle kendini gösteren Christopher aslında korkularını göstermeye ve yas sürecini birlikte atlatmaya gelmiştir, yıllar sonra. Çoğunlukla, rasyonalize etme yoluyla düşünen ve yaratıcılığını, duygusal yatırımını oldukça ketleyen ve iç dünyasındaki nesnelere uzaktan ve mesafeli kitaplar aracılığıyla bakan Tomas, ilk defa bir duygu hissedecektir. Durumu konuştuktan sonra Christopher Tomas’a sarılır, film biter.
Filmin başında, soğukluğun içindeki odayı görürken, filmin sonunda hissizliğin içindeki duyguyu bir parça görürüz. Dokunmadan değmeyi, soğukkanlılığın içindeki travmayı zaman zaman 3 boyutlu olan görsellerle veren film, izlemeye değer.
*fikrisinema
댓글